Şiirsel Bir Film ''LUCY'' ve Psikiyatrist Yorumu

26.03.2016 18:27:07
773
OKUNMA
İbrahim Ateş
Antalya / Muratpaşa
Akdeniz Üniversitesi

Şiirsel Bir Film: "LUCY" ve Psikiyatristten Bir Bilim-Kurgu Film Yorumu

Özgün yönetmen Luc Besson'dan 2014 Fransız Yapımı, düş gücümüzü ve araştırma arzumuzu harekete geçiren bir baş yapıt. Scarlett Johansson, Morgan Freeman, Amr Waked, Min-Sik Choi'nun oyunculuklarıyla ilgimizi tutsak aldığı bir film. 

Erkek arkadaşı tarafından uyuşturucuya bulaştırılan genç kadın Lucy, kendisini uyuşturucu mafyasının acımasız ellerinde bulacaktır. Fazla seçeneği yoktur. Vücuduna sentetik bir uyuşturucu madde yerleştirilir ve kurye olarak kullanılmak istenir. Uyuşturucu madde sızıntı sonucu dokularına ve kanına karışır. Bu aslında CPH4 adı verilen ve henüz deneysel aşamada olan bir kimyasaldır. Kanında CPH4 dolaşan Lucy, birdenbire olağanüstü yeteneklere sahip olur: Algıları müthiş açılır, düşünce okumaya, insanları yönlendirmeye, nesnelere hükmetmeye başlar. Beyninin 'undan yavaş yavaş çok daha fazlasını kullanmaya başlayacaktır.

Film bir "şiir" sanki. "Saklı" ve önemli bir konuyu, yoğunlaştırarak, 1 saat 29 dakika gibi kısa bir zaman dilimine yerleştiriyor. Bir konuyu uzun uzun anlatmak kolaydır, ama etki gücü düşer. Ustalıklı ve vurucu kelimelerle kısaca aktarmak çok daha kalıcı etki bırakır. Hamlet'te Lord Polonius'un "Brevity is the soul of wit." ("Kısalık zekanın ruhudur.") söylemi tam da bu noktayı işaret ediyor. 

CPH4 konusuna gelirsek; CPH4 kadınların hamileliğin 6. haftasında çok az miktarda salgıladıkları bir hormon ve kemik gelişimini destekliyor. Luc Besson bu doğal molekülün var olduğundan emin. Ancak, filmde moleküle farklı bir isim verdiğini söylüyor. konusunun da gerçeği yansıtmadığını, elbette bunu bildiğini, ancak yapımın bir bilim kurgu olduğununun altını çiziyor.

"Hayat bize bir milyar yıl önce verildi, ona ne yaptığımıza bakın?" sorusu ile evrimsel sürecin en uç ürünü olan insanoğlunun, geldiği noktada ne kadar yıkıcı bir doğası olduğu gerçeğiyle yüzleşiyoruz. Yeryüzündeki insan sayısı arttıkça ve bir arada yaşamak zorlaştıkça, uygarlığın dayattığı kısıtlamaların pek de etkili olmadığı, insanoğlunun saldırganlık dürtülerinin kolay ketlenemediği sonucuna varabiliriz. Profesör'ün sözü de etkileyici ve düşündürücü: "İnsanlar var olmak yerine, sahip olmakla ilgileniyorlar." ("Humans are concerned with having rather than being.") Oysa, Eflatun neredeyse 2500 yıl önce "Hayatta ne kadar çok şeye sahip olduğun değil, ne kadar az şeye gereksinim duyduğun önemlidir." sözüyle aç gözlülüğün, aşırı hırsın insanoğlunu mutsuzluğa sürüklediğine işaret etmiştir.

Lucy'nin çarpıcı macerasını izlerken, eş zamanlı olarak, Profesör Norman'ın beyin kullanma yüzdesi ile ilgili konferansına da yer veriliyor. Konuya dünyada canlı yaşamın nasıl başladığını  anlatarak giren Profesör, bu konuda uzun yıllardır çalışmakta olan bir bilim insanı. Luc Besson'ın kurgusunu, kısmen bilimsel verilerle güçlendirmeye çalışıyor. Profesör Norman, bir canlının amacının sonraki canlıya "bilgi aktarımı" olduğu görüşünü savunuyor. Bana göre, bilgi aktarımı bir amaç değil, bir sonuçtur. "Bir canlının var olma nedeninin ve amacının türünün devamını sağlamak" görüşüne tamamen katılıyorum. Elbette, üreme sürecinde doğal olarak bir canlıdan diğerine bilgi aktarımı da olacaktır. Lucy'nin yaşadıkları aktarılırken, zaman zaman araya Profesör'ün konuşmasının girmesi bana göre filmin temelini güçlendirmiş.

Filmde CPH4 maddesi kana karıştıkça, Lucy beyninin daha yüksek yüzdesini kullanmaya başlıyor ama beni şaşırtarak, acımasızca davranma, gereksiz yere insanları öldürme, gaddarlık eğilimi gösteriyor. Yine, annesiyle oldukça duygusal bir konuşma yapıyor. Oysa, yüzde arttıkça düşüncenin duygulara daha kolay hükmettiği bir durumun ortaya çıkmasını beklerdim. Daha zeki ve daha organize bir duruş. Diğer yandan, ilerleyen dakikalarda "evrende aslında hiç kimsenin ölmediği" yönündeki söylemi; "Acaba, insanların aslında ölmedikleri ve evrende bir şekilde varlıklarını sürdürdükleri bilgisine sahip olduğu için mi, tereddüt etmeden insanları öldürüyor?" sorusunu akıllara getiriyor.

Yazmadan geçemeyeceğim bir konu da, ölüme yaklaştığını hissettiğinde duygusal derinliğinin artması ve ameliyat sırasında annesini arayarak, erken çocukluk yılları, hatta 1 yaş öncesi hakkında konuşması, çok erken çocukluk yaşantılarının ayrıntılarını anımsaması. Bu durum, yaşamın ilk yıllarının insan yazgısında ne kadar belirleyici olduğunun minik bir delili sayılabilir. Sigmund Freud, ne kadar güçlü bir tespitte bulunmuş, belki bir asır önce; "Çocuk erişkinin babasıdır." diyerek.

Bazı çelişkiler de filmde gözden kaçmıyor: Beyninin 0'ünü kullanan Lucy'nin bir kaç yudum şarap içince kontrolden çıkacağını ön görememesi; 0 çalışan beynin kendi kendisini kontrol etmekte zorlanması; artık sonunun geldiğini düşünerek bundan korkması gibi. Sanki zeki ve yaratıcı bir süper insana değil de, kontrolden çıkmış bir süper güce dönüşmüş gibi. Bu paradoksal görüntü şöyle yorumlanabilir: Evet, beyninin tüm hücrelerini ve hücreler arası korkunç sayıdaki bağlantıları kullanmaya başladı, ancak bu kullanım konusunda çok yeni, organize olamıyor ve henüz tam ustalaşmış durumda değil.

"Zaman olmadan biz var olmayız." şeklinde iddialı bir tespitte bulunan Lucy, bu bilim kurgu filminde geçmişe yolculuk yaparak, tarihteki ilk kadın olarak tanıtılan ve yine adı "Lucy" olan kadının yanına gidiyor ve iletişim kuruyor. Bu noktada, "Zamanda Yolculuk" konusuna kafa yormadan geçemiyorum. İlk anda, böyle bir olayın gerçekleşmesinin imkansız olduğu hissine kapılsam da, televizyonun bile daha 90 yıl önce icat edildiği gerçeğini düşününce, uzak gelecekte şu an tasavvur dahi edemediğimiz, olanaksız görünen pek çok şeyin gerçekleşeceğini, hatta gerçekleşmiş olduğunu tahmin ediyorum. İzafiyet teorisine ya da kuantum fiziğine dayanarak yaptığım bir tahmin değil bu; sadece bir sezgi. Einstein, izafiyet teorisinde 4. Boyut olarak "Zaman"ı işaret etmişti. Örneğin, aynı yaştaki ikizlerden birisi dünyada yaşarken, diğeri ışık hızıyla giden bir araçla uzayda seyahat ederse, bir süre sonra dünyadaki ikiz 25 yıl yaşlanırken, ışık hızıyla giden araçtaki ikiz 10 yıl yaşlanacaktır. Geleceğe yolculuk daha olası bulunsa da, geçmişe yolculuk hep daha olasılıksız bulunmaktadır. Çünkü, geçmişe giden kişi ya geçmişteki önemli bir olayı değiştirirse? Örneğin, henüz büyükannesiyle tanışmamış olan büyükbabasını öldürürse. Böyle bir şey yaparsa, kendi doğumu gerçekleşmeyecek ve bir paradoks, bir açmaz oluşacaktır. Ancak, paralel evrenler teorisi bana göre bu noktada devreye girebilir; sonsuz sayıda paralel evren. Bir evrende büyükbabanın öldüğü ve geleceğin değiştiği yaşam, diğer evrende geçmişe yolculuk yapan kişinin yazgıyı değiştirmediği yaşam, bir diğerinde aynı kişinin hiç geçmişe gitmediği, evrende tamamen aynı devam eden yaşam. Eş zamanlı, sonsuz sayıda paralel evren. Kimbilir. Geçmişe yolculuk konusunda bir itiraz da, gelecekten gelen turistlere neden rastlamıyoruz şeklinde. Eğer gerçekten varlarsa, UFO olarak adlandırdığımız nesnelerin içinde seyahat edenlerin gelecekten gelen ziyaretçiler olabileceği olasılığını yüzde yüz reddedebilir miyiz? "Zamanda Yolculuk" konusunda yazdıklarım, bilinen tabirle "fikir jimnastiği", bana göre ise "düşünce çalışması"dır. Ve bu kelimeleri beynimin 'unu (!) kullanarak yazdığımı da anımsatmak isterim.

Işınlanma konusuna bu yazıda yer vermemek olmaz. Bilim kurgu filmlerinde sıkça merakla izlediğimiz ışınlanma olayını, bir insanın bir mekandan başka bir mekana muhtemelen atomlarına parçalanarak hızla yer değiştirmesi olarak değerlendiririz. Elbette, "Süperman'in en önemli özelliğinin uçabilmesi değil, konabilmesi olduğu" gerçeğinden yola çıkarak ışınlanmada kilit noktanın, bir insanın atomlarına parçalanmasının değil, ulaştığı mekanda, atomlarının yeniden tıpkı önceki gibi birleşmesi olduğunun altını çizmeliyiz. Yakın gelecekte böyle bir bilimsel gelişmenin olmasına hiç ihtimal vermiyorum. Zaten, Hollandalı Profesör Robert Hanson da “Atomları ışınlamayı başardık. Atomları ışınlayabiliyorsak prensip olarak kendimizi de ışınlayabilmemiz mümkündür. Ama yine de bu ancak uzak bir gelecekte mümkün olabilir” görüşündedir. Bir başka varsayıma göre, ışınlanma sırasında madde yer değiştirmemekte, yalnızca kopyalanmaktadır. Ulaşacağınız noktada bir kopyanız oluşur ve siz bulunduğunuz mekanda atomlarınıza ayrılarak uzayda yok olur gidersiniz. Ancak, oluşan kopyanız fiziksel, duygusal, düşünsel olarak sizin tıpa tıp aynınızdır. Şu an için aklımızın almadığı bu işlem de uzak gelecekte mümkün olabilir.

Bilişi ve algılamayı değiştiren "Psikodelik" (Psychodelics) olarak adlandırılan maddeleri irdelemeyi daha sonraya bırakarak, "Lucy" filmini yorumlama girişimimi şu can alıcı söylemle bu noktada bitirmek istiyorum:

"Hiçbir zaman gerçekten ölmüyoruz"


Dr İbrahim Ateş

Psikiyatri Uzmanı

İLGİNİZİ ÇEKEBİLECEK DİĞER İÇERİKLER


YORUMLAR