DÖVÜŞ KULÜBÜ Bir Filmden Cok Fazlası

18.10.2016 10:00:23
382
OKUNMA
İbrahim Ateş
Antalya / Muratpaşa
Akdeniz Üniversitesi

                       

Chuck Palahniuk’un aynı adlı romanından uyarlanan, David Fincher’ın yönettiği, 1999 yapımı kült bir film. Başrollerde Edward Norton (Anlatıcı), Brad Pitt (Tyler Durden) ve Helena Bonham Carter (Marla Singer) yer alıyor.

Filmi anlatan (Anlatıcı) bir otomobil firmasında “Geri Çağırma Koordinatörü” olarak çalışmaktadır. Tekdüze hayatı ve ruhsal çatışmaları onun dayanılmaz kronik uykusuzluk sorunu çekmesine neden olmuştur. Uykusuzluk için çare ararken bir acil hekimi ona “Terapi Grupları”nı ziyaret etmesini önermiş ve öneriyi deneyen Anlatıcı, özellikle her türlü kanser gruplarına katılmaya başlamış; herhangi bir hastalığı olmamasına karşın, bu gruplarda huzuru bulmuştur.

“İnsanlar, öleceğinizi sanınca gerçekten sizi dinliyor” düşüncesi ve gruplarda sansürsüz herkesin her şeyi anlatabiliyor olması, yargılanmamak, bambaşka bir dünyaya sürüklemiş olsa gerek Anlatıcı’yı; yaşamakta olduğumuz dünyamızdan bambaşka bir gezegene.

Derken, Marla Singer adlı bir genç kadın, Anlatıcı’nın bu sıra dışı, rahatlatıcı macerasını alt üst eder. Marla’nın da, onun gibi her tür kanser grubuna katıldığını fark eder; deliye döner. Neden? Muhtemelen, insanlara kanseri varmış gibi davranmanın yaşattığı “Suçluluk Duyguları” su yüzüne çıkıverir. “Bir tümörüm olsa adını ‘Marla’ koyardım.” dedirtecek kadar sinirlenir. Marla’yla didişmeleri, kavgaları yerini rastgele uçak yolculuklarına bırakır. Marla’dan mı, kendinden mi kaçıyordur? Ya da tam tersine kendisini bulmak için yeni denemelere mi başlamıştır?

    

Bir uçak yolculuğunda, “karizmatik” Tyler Durden’la tanışır. Tyler, sabun üretip satan, sürprizlerle dolu, korkusuz, eşine az rastlanabilecek bir insandır. İnsanların daha fazla tüketmelerini, gereksinimleri olmayan şeylere sahip olma arzularını durmaksızın empoze eden sisteme baş kaldırma cesaretini göstermiş ve göstermekte olan, “Dimdik Bir Adam”dır.

Gerçekten, hür irademiz (free will) hangisini seçerdi? Bir yanda yabani hayvanları avlayan ve yabani bitkileri toplayan, göçer “Avcı ve Toplayıcı Kültür”, diğer yanda bilgi çağının “Tüketici Kültür”ü. Özgür bir yaşam mı? Çağdaş bir köle olarak yaşamak mı? Can alıcı nokta şu ki; film bizi düşünmeye, sorgulamaya itiyor. Bilgiyi hazır sunan değil, insanlarda  merak  uyandırarak araştırmaya, düşünmeye, sorular sormaya yönlendirendir bir “Başyapıt”.

Dünyada eğitim sistemlerinin can çekişmesinin temel nedeni de bu değil midir? Diğer yandan, Sigmund Freud ile Albert Einstein’ın “Neden Savaş” konulu yazışmalarında, Freud’un da yazdığı gibi azınlığın çoğunluğu yönetmede kullandığı birkaç temel enstünmandan birisidir eğitim sistemi. Bu noktada, eğitimde devrim yapılmasının gerekliliğini cesurca dillendiren, Sir Ken Robinson’ın etkili ve nükteli konuşmalarına kulak vermenizi de öneriyorum.  

Uçakta tanışan Tyler ile Anlatıcı’nın yolları, Anlatıcı’nın yolculuk sonrası evinin tamamen yanması, arayabileceği bir arkadaşı, yakını ve kalacak bir yerinin olmaması sonucu Tyler’ı aramasıyla yeniden kesişir. Şaşırtıcı: Koskoca bir şehirde yaşıyorsunuz ve “Kalabalık İçinde Yalnızlık” çekiyorsunuz. Arayacak kimseniz yok. Sözde çağdaş yaşamımız, büyük ölçüde böyle değil mi? “Bilgi Çağı”nda (=Bilişim Çağı =Information Age) insanoğlunun sürüklendiği derin yalnızlık, üzerinde incelikli düşünmeyi hak eden ve gerektiren bir durum. Sosyal medyada bin arkadaşınız var diyelim: Zor bir anınızda yardımınıza birkaç tanesi koşarsa;  “Şanslısınız!” derim. Keşke, Bilgi Çağı değil de “Bağımsız Araştırma Çağı” (Era of Independent Research) içinde olsaydık.

        

Birkaç kadeh alkol sonrası mekanın çıkışında Tyler’ın “Tüm gücünle vur bana!” şeklindeki isteği ve şaşkınlığını üzerinden atan Anlatıcı’nın ürkek ilk yumruğu “Dövüş Kulübü”nün ilk tohumunu atmıştır. Devamı çorap söküğü gibi gelir. Onlara yavaş yavaş yenileri katılır ve haftanın belli günleri serbest dövüşmek için bir grup, bir kulüp oluşur.

Tyler’ın kurallarını koyduğu (az sayıda) ve önderi olduğu bir kulüp. Dövüşlerde kazanan da mutlu, hastanelik olan da keyiflidir. Çünkü; artık kazanamamak korkusu kalmamıştır, “Korku” kaybolunca “Arzu ve  İstek” yaşamlarında tekrar ön plana çıkmıştır. “Herşeyi farklı görmeye başladık.” diyecektir Anlatıcı. Artık, Anlatıcı Tyler’ın “Yıkımı Bekleyen Ev”inde yaşamaya başlar.

Tyler Durden şu söylemiyle derin bir düş kırıklığını ifade ediyor; “Biz kadınlar tarafından büyütülmüş  bir erkek nesliyiz, başka kadının aradığımız şey olduğunu hiç sanmıyorum.” Tyler’ın önemsediği, hayal kırıklığı yaşadığı konunu n “Baba Figürü” olduğunu kavramak pek de zor değil. “Baba” konusunun, “Baba”nın ne kadar değersizleştirildiğini; “Baba”nın ne kadar çok engellendiğini, yıldırıldığını anlamak için, kısa bir süre bu açıdan gözlemlemek yeterli. Konu “Baba-Oğul” ilişkisi ise, çok daha geniş alanı etkileyen, oldukça yıkıcı bir büyük depremle karşılaşırsınız ki, ancak “inkar” savunma mekanizması ile bir insan böyle bir enkazın altından kalkabilir.

 

            

“Bağışlanmayı boş verin, bizler Tanrı’nın sevilmeyen çocuklarıyız.” Tyler, babasına olan düş kırıklığını, öfkesini bu sözcüklerden daha iyi ifade edebilir miydi acaba?  Filmin ilerleyen sürecinde, “Baba”ya olan öfkenin nasıl da “Güçlü Otorite Figürleri”ne yöneldiğine ve bu öfkenin ne kadar şiddetli olduğuna tanıklık ediyoruz.

Ve sonra… “Huzur Dolu Kavgalar” “Düzenli Bir Düzensizlik” …  “Ahenkli Bir Karmaşa” …

 

                                    

İLGİNİZİ ÇEKEBİLECEK DİĞER İÇERİKLER


YORUMLAR